Guardian gazetesinde yer alan değerlendirmeye göre gelmiş geçmiş en iyi 10 bilim-kurgu filmi şöyle:
tiyatro versiyonunu tercih edin (arkadan sıkıcı bir sesle verilen
anlatım vardı fakat ünlü unicorn sahneleri yoktu) ister bundan bir kaç
yıl gerçekleştirilen sinema versiyonunu öne alın, Blade Runner açık ara
önde.
ana ekseninde Harrison Ford'un canlandırdığı polis Rick Deckard
karakteri yer alır. Bu polis karakteri, 'kopyalar' olarak adlandırılan
dört klonlanmış (insansı) humanoid'in peşindedir. 'Kopya'lar kanundışı
ilan edilmiş olup peşlerindeki 'Blade Runner' Deckard'ın onları yoketme
planından kaçmaktadırlar.
genel olarak Philip K Dick'in "Androidler Rüyalarında Elektronik
Koyunlar mı Görürler?" adlı kısa hikayesine dayanıyor. Londra'daki
King's Collage'de çalışan kök hücre biyologu Stephen Minger "Blade
Runner şu ana kadar yapılmış en iyi film..." saptamasını yapıyor
"...kendi zamanının çok ilerisindeydi. Hikayenin temelinde yatan 'İnsan
olmak ne demektir? Biz kimiz ve nereden geliyoruz?" soruları ise
asırlardır kendimize sorduğumuz sorular."
makineden ayırt etmek için bir formül geliştirebilme çabasıyla birlikte
bu film aynı zamanda 'bilinç' kavramını da sorguluyor. Sonradan
yerleştirilmiş anılara ve programlanmış yapay duygulara sahip kopyaları
saptayabilmek için polis tarafından Voight-Kampff empati testi
uygulanıyor filmde. "Voight-Kampff empati testi, nörologların günümüzde
uyguladıkları testlerden pek de farklı değil" diyor University College
London öğretim üyesi Chris Frith.
karakterinin de bir kopya olup olmadığı yolunda tartışmalar yaşandı.
Yönetmen Ridley Scott bu karakterin olduğunu söylerken Harrison Ford
ise film çekimleri sırasında Scott'un kendisine "Deckard karakterinin
insan olduğunu söylediğini" iddia ediyor. Cevap ne olursa olsun, film
müziklerinden senaryo içinde yer alan çarpıcı diyaloglara ve geleceğin
Los Angeles'ını tasvir eden sinematografiye kadar her açıdan kaliteli
bir film bu.
ile ünlü bilim-kurgu yazarı Arthur C Clarke arasındaki işbirliğinden
ortaya çıkan çarpıcı ve gizemli bir hikaye. Yapıldığı dönem için
devrimci sayılacak nitelikteki özel efektleriyle müthiş bir ün
kazanmıştı bu film.
çalışmakta olan uzay aracı uzmanı Harry Lange ve Frederick Ordway, bu
filmde kullanılacak prototipleri ve teknik araçları sağlaması için
Boeing ve IBM gibi şirketleri ikna ettiler. Borehamwood'taki seti gezen
astronotlar ise orayı "Doğu NASA" olarak nitelendirmişlerdi.
doğa tarihi profesörü Aubrey Manning bu filmi şu sözlerle övüyor:
"Simülasyonlarda kullanılan zekanın parlaklığı bugünkü modern
bilgisayar grafiklerine rağmen aşılamadı. Brezilya tapirlerinin
'tarihöncesi hayvanlar' olarak kullanılmasındaki zeka... Ağaç dalından
sopa yapılmasından uzay mekiğine kadar sergilenen zeka. Kubrick açıkça
gösteriyordu ki alet kullanımı bir kere başlayınca gerisi kaçınılmaz
olarak geliyor. Doğu kıyısının o tatlı aksanıyla konuşan süper
bilgisayarların ilki Hal'a kadar..."
uzayda geçen bir kovboy filmi konseptini işlerken bu iki film bir
yandan iyi ile kötünün arasında ezelden beri süregiden mücadeleyi
anlatırken bir yandan da başrol oyuncuları Harrison Ford, Mark Hamill
ve Carrie Fisher'ın akıl karıştırıcı bir tarzda teknolojik terimlerle
konuşmaları izleyicide olağanüstü bir etki bırakıyordu.
filmlerde işlenen mistisizm ise Star Wars serisini filmi diğer
bilim-kurgu filmlerinden bariz şekilde ayırıyor: Belli kişiler
tarafından iyi veya kötü amaçlarla kullanılabilen ve evrenin her yerine
yayılmış bir "güç" kavramı o kadar derinlere işledi ki ABD'de bir takım
insanlar bu inancı gerçekten bir "din" olarak kabul edecek kadar ileri
gittiler.
konusundaki ana eksen ise epik bir efsane: Herkesi kendi kölesi yapma
arzusundaki İmparatorluk (ki bunun başındaki İmparator, güç tutkusuyla
kendinden geçmiş bir manyak. Yardımcısı ise yarı insan yarı makina
korkunç bir yaratık: Darth Vader) ile küçük bir isyancı grubu
arasındaki savaş.
tarafından değerlendirecek olursak, ışık hızında yolculuk konusu
"hiperuzay" olarak adlandırılan ve normal fizik kurallarının geçerli
olmadığı bir kavramla birlikte ele alınıyor. Bir de "gücü kullanabilen"
Jedi'lar arasındaki ışın kılıcı dövüşleri var ki fizik teorisi açıdan
ışın kılıçları imkansızdır. Ama tabii ki burada vurgulanmak istenen
asıl konu daha farklıydı.
iki filmin bir diğer özelliğiyse; oyuncak, bilgisayar oyunu ve
replikaların ticari markalaşmasını başlatması oldu ki günümüzde yapılan
bilim-kurgu filmleri için "franchising" vazgeçilmez bir özellik ve
gelir kaynağı oldu.
4. Alien (1979) Yönetmen: Ridley Scott
ikonlaştırılmış sahnesiyle hatırlanır: John Hurt'un göğsünden kanlı bir
şekilde fırlayıp çıkan bebek Alien yaratığı. Ama alien filmi bundan çok
daha fazlasıydı. Gezegenler arası yolculuk yapan bir madencilik aracına
giren bir yaşam formunun damarlarında kan yerine asit dolaşmaktadır.
İki ayrı sıralı çeneye sahip olan bu yaratık, gemideki mürettabatı çok
kanlı bir şekilde parçalamaktadır.
set tasarımı ve Sigourney Weaver'in canlandırdığı 'gönülsüz kahraman'
Ellen Ripley karakteri üzerinden Alien filminin arka planında annelik,
penetrasyon ve doğum temaları işlenir. Ancak UCL'deki uzay psikologu
Kevin Fong açısından bakılacak olursa bu filmin asıl öne çıkan noktası,
filmdeki mürettebatın gayet sıradan olan hayat tarzı.
defa bu filmle birlikte düşünmeye başladık ki, uzak bir gelecekte
uzayda yaşayıp çalışacak olan insanlar, yedikleri pizzanın artıkları
etrafında sigara içecek ve vakit geçsin diye iskambil oynayacak sıradan
insanlar olacak..." diyor Kevin Fong "uzun süreli bir uzay yolculuğunun
nasıl bir şey olacağını anlatıyordu bu film: Kirli, terli ve
klostrofobik bir ortamda çok uzun zamanlar boyunca çekilecek can
sıkıntısını erteleyecek tek şey insanın kanını dondurcak cinsten bir
dehşet ortamı olacak."
Soderbergh tarafından 2002'de tekrar çekilmiş olmasına rağmen, bu
orijinal versiyon, Stanislaw Lem tarafından yazılan romanın hayranları
tarafından hala hayranlıkla hatırlanıyor.
gezegendeki üste garip bir şekilde ölen bilimadamının yerini almak
üzere bir psikolog söz konusu gezegene gelir. Orada bir kısım tuhaf
kişilerle -bu arada kendi ölmüş karısıyla karşılaşacaktır. Gezegende
bulunan akıllı varlıkların yarattığı ve giderek daha çekici hale gelen
sanal bir tasarım, insanların beynine 'gerçeklik' olarak
yansıtılmaktadır.
adlı kitabın yazarı ve Kaliforniya Üniversitesi'nde fizik Profesörü
olan Gregory Benford şu yorumu getiriyor: "1972 tarihli Solaris; bizim
insani algılarımız, buna uygun yarattığımız kategorilerimiz ve
karşılaşacağımız varlıkları 'insansı' olarak düşünme eğilimimizle
ortaya koyduğumuz 'bilim' anlayışının sınırlarına hitap eden belki de
tek filmdir. Bu filmde yalnızca görsel bir hikayenin değil aynı zamanda
çok trajik ve üzücü bir dramanın sergileniyor oluşu bu filmin önemini
daha da artırmaktadır."
2029 yılından 1980'lerin Los Angeles'ine acımasız bir cyborg (Arnold
Schwarzenegger) göndererek gelecekteki isyancı insanın annesini
öldürmeyi planlamışlardır. Terminator filmi, zaman yolculuğundaki
sözgelişi büyükbaba paradoksu gibi sorunları ele alan az sayıdaki
filmden biridir. Söz konusu paradoks şöyle: zamanda yolculuk ederek
eski bir tarihe gider ve büyükbabanızı öldürürseniz, siz de var
olmayacaksınız demektir, o halde zamanda geri de gidemezsiniz...
Terminator filminde 'şekil değiştirebilen' bir metalden yapılan bir
başka cyborg kavramını ileri sürüyor. Oxford'da Kuantum fizikçisi
olarak çalışan David Deutsch şöyle diyor: "Bu filmde işlenen
bilimselliğin biraz tutarsız olmasına rağmen kendi türü içinde mükemmel
bir parça olduğu söylenebilir ama ben buna 'bilim-kurgu' yerine
'aksiyon filmi' demeyi tercih ederdim çünkü aslında 'bilim-kurgu'
olarak adlandırılmayı hakeden çok sayıda film var."
savaş paranoyası içindeki Amerika'da çekilen bu filmde Washington'a bir
uçan daire iner. Uçan dairenin içinden insansı bir uzaylı Klaatu ve
onun robotu Gort çıkacaklardır.
tahammülüm yok! Benim halkım aptallık yapmadan yaşamayı öğrendi" diyen
Klaatu dünya liderlerini -liderler kendini dinlemeyince bu sefer
bilimadamlarını- ikna ederek insanlığı birbirini yok etme hevesinden
vazgeçirmeye çalışır.
gösterimi sırasında sinema salonunun müdürü klasik bir Orson Welles
numarası çekerek, filmi durdurmuş ve az önce bir uzay gemisinin dünyaya
indiğini bildirmişti." bilgisini ileten Beagle 2 proje lideri Colin
Pillinger bu filmi en iyi bilimkurgu filmlerinden biri olarak niteliyor.
savaş döneminde çekilmiş bir diğer film. Bu filmin temelini oluşturan
HG Wells'in "dünyayı işgal eden Marslılar" temasını işleyen hikayesini
Orson Welles radyoya uyarladığında show dünyası ve yayıncılık tarihine
geçmişti.
Dünyadışı Akıllı Varlıklar Araştırma Projesi SETI'de çalışan kıdemli
astronom olan Seth Shostak bu film için "Asla tanıyamayacağınız tamamen
farklı bir dünyada tamamen farklı şartlar altında gelişmiş başka bir
tür hayat formu olabileceği fikri, çok çarpıcı bir fikir." yorumunu
getiriyor.
felsefe sistemi, elbise fetişizmi ve inanılmaz derecede etkileyici özel
efektlerin bir araya geldiği bu filmde insan yapısı (yapay) zekanın
gezegeni köleleştirmesi anlatılıyor.
filmde işlenen konunun arkasında yer alan bilimsellik oldukça eksik
olduğu için bunu telafi etmek anlamında "sürekli kafası karışık
durumdaki Keanu Reeves'in kaşıklar hakkındaki bir takım laflar
karşısında bocalaması ve binaların tepesinden atlaması" gibi unsurlar
önplana çıkarılıyor. Ama bunun pek de önemi yok çünkü bu filmde sağlam
bir film şablonu var: Gelecekteki iyi adamlar, gelecekteki kötü
adamlarla savaşıyorlar.
afişinde "Yalnız değiliz" yazmışlardı. Richard Dreyfus'un uzaylı
ziyaretçiler hakkında giderek artan takıntısı ve olayın arkaplanında
'herşeyden haberdar' gizli bir hükümet örgütünün çabaları.
'ters çevrilmiş bir Noel ağacı' şeklindeki devasa bir gemiyle ortalığı
sallaması veya kozmik bir sintisayzırla çalınan Jean Michel Jarre
eşliğinde ortaya çıkması pek muhtemel olmamakla beraber bu film 'uzaylı
ziyaretçiler' hikayesini çok klas bir şekilde anlatıyor.
Yorum Yok